İşçi Sınıfının Önderi Musa Peygamber

“Yaşam boyu emek vermeden yiyecek bulamayacaksın. Toprak sana diken ve çalı verecek, Yaban otu yiyeceksin. Toprağa dönünceye dek ekmeğini alın teri dökerek kazanacaksın. Çünkü topraksın, topraktan yaratıldın Ve yine toprağa döneceksin.” Yaratılış, 3:17-19, Eski Ahit

Modern insanı tanımlamak dünyaya dair söylenmesi gerekenleri mesele edenlerin kafasını sürekli olarak kurcalayan bir mesele olageldi. Modern insan bugünlere gelirken hangi aşamalardan geçti ve başından geçenler ne gibi dönüşümlerle mümkün oldu? Arkeologlar, antropologlar, tarihçiler, iktisatçılar, sosyologlar, biyologlar, din tarihçileri, felsefeciler ilh. birçok bilim insanı meselenin odağına insanı koyarak günceli izaha yetkin bir dönüşüm anlatısı kurmaya çalıştılar. Bugünlerde “insan sonrası” da tartışmaların içine girmeye başladı. İnsanı ve toplumu tanımak için düşünmek, bunun için terkipler, sanatsal faaliyetler, şiir vb. üretimler yapmak kadar keyifli çok uğraş da yoktur sanırım. İnsanı, insan olarak kıymetlendiren, insanlığına dair izahlar hep olageldi. Bu uğraşların süreceğine dair kanıtlarımız oldukça güçlü. İnsanın insanlığına karşı yapılan saldırılar için savunma durumuna geçtiğini ortaya konulan pratiklerden yola çıkarak söyleyebiliyoruz. Bununla birlikte insanlık durumuna dair tarifler için mutlak bir izah ve tanım geliştirme imkânından da mahrumuz zira keşfetmek için kesinliğine mutlak anlamda iman edilen bilgilerden bir düzeyde uzaklaşmak ve hayret/merak makamını açlık tutmak durumundayız. Ve ancak sınırlarımız dahilinde konuşabiliriz. Bu yazıda bir soruyu ortaya atmayı ve bugüne kadar yapılagelen önermeleri tekrardan tartışmayı teklif eden bazı vurguları öne çıkarmayı düşünüyorum.

Rembrandt’ın Moses with the Ten Commandments adlı tablosu.

21. yüzyılda bilim insanlarının bazı keşifleri dünya tarihine dair birçok ön kabulü sarsan veriler sundu. Bunlardan birisi Göbeklitepe ve benzerlerinin keşfedilmesiyle oldu. Diğeri de Mısırologların piramitleri yapanların köleler olmadıklarını ve Mısır toplumunda yaşayanların ücretli çalışan işçiler olduklarını tespit etmeleriydi. Başka birçok anlamlı keşif yapılmıştır elbette. Bu yazıda bu ikisini odağa koyarak konuşacağım.

Göbeklitepe’ye kadar kabul edilen toplumsal dönüşüm anlatıları kabaca şöyleydi: İnsanlık ilkel ve paylaşımcı kabileler halinde avcı ve toplayıcı olarak yaşamaktaydı. Sonrasında artan nüfusu besleyebilmek için tarımsal üretim süreçleri gelişti ve bunun sonrasında feodal toplumlar, tarımsal imparatorluklar teşekkül etti. Artık bolca zamanı olan insanlar ve toplumsal dinamikler, kurumsal dinler gibi bazı yeni olguları karşımıza çıkardı. Sanayi devrimi olana kadar uzun bir zaman dinlerin, feodal yapıların, askeri gücünü tarımsal üretime yaslayan imparatorlukların ve devletlerin zamanı yaşandı. Sanayi devrimi çalışma hayatı dahil toplumsal yapının köklü şekilde değişmesine neden oldu. Katılaşmış eski roller buharlaşıyordu ve yeni bir yapı teşekkül ediyordu. Yeni durum bize katı olan her şeyi buharlaştıran, kapitalizmin mezar kazıcıları olan işçi sınıfının merkezileşeceğini söylüyordu. Tarımsal toplumlarda olmayan yeni bir şeydi bu. Artık dünya yeni bir uzlaşmaz çelişki ile birlikte şekilleniyordu. Buharlaşan ve buharlaşması mukadder olan bu katılıklar içinde dinin kurumsal yapısı da vardı.

Göbeklitepe’de bulunanlar yukarıda aktardığımdan çok daha başka şeyler söylüyordu. Henüz tarım toplumuna geçilmemiş olan bir dönemde yapılan bu mabet(ler) din olgusunun tarımsal toplumlardan önce, insanlığın avcı-toplayıcı olduğu zamanlarda oluşmuş olduğunu söylüyordu. Göbeklitepe’nin bize aktardıklarının siyasi analizlere girmesi henüz pek söz konusu olmuş değil. Dine dair yorumlarda klasik ezberler üzerinden birtakım tespitler yapılmaya devam ediliyor.

İkinci aktaracağım Mısır’daki piramitleri yapanların işçiler mi yoksa köleler mi olduklarına dair yeni keşifler üzerine. Mısırologlar bazı yeni keşiflerle piramitleri yapanların maaşlarına, gündelik hayatlarına ve beslenme alışkanlıklarına dair hâkim anlatılara aykırı bulgulara eriştiler. Piramitleri yapan on binlerce, kimilerine göre yüz binlerce, insanın köle olmadıklarını ve maaşlı çalışanlar olduklarını tespit ettiler. Bu durum yapılışlarına dair birçok gizemin olduğu söylenen/düşünülen piramitlerin aslında işçilerin eliyle yapıldığını söylüyor.[1] Kanıtlanması neredeyse imkânsız olan onlarca mitten çok daha başka bir durum bu. Bize işçi sınıfı olgusunun aslında 5000 yıl kadar önce de var olduğunu ispatlayan bulgulardan bahsediyoruz. Taş işçisi, nakliyatçı, marangoz, hamal ilh. on binlerce işçiden… Ve piramitlere baktığımızda bunların varlıklarının yüz yıldan fazla bir zaman içinde kesintisiz sürdüğünü söylüyor. Sonraki zamanlarda Mısır firavunlarının mezarları için piramitlerdense kaya mezarlarını tercih ettikleri biliniyor. Lakin taş işçiliği ve diğer mesleklerin anlamları ve önemi yapılan binaların mahiyetiyle pek değişmiyor. Klasik tarih yazınına göre ise piramitleri yapanlar ve Mısır toplumunun çalışanları kölelerdi. Bu yeni bulgu neden sınıf analizini ilgilendiriyor?

Marx’a göre artı değer üretebilmek için insan olmak gerekir.[2] Köleler ve hayvanlar artı değer üretemez.  Marx ve dönemdaşları sınıf analizlerini yaparken ister istemez o dönemde keşfedilmiş olan antropolojik bulgulardan başkasını kullanamazlardı. Ancak bugünün Marksistlerinin böyle bir lüksleri artık yok görünüyor. Yani eğer bir sınıf ve artı değer analizi yapılacaksa bunu İngilizlerin Görkemli Devrim dediği ve Sanayi Devrimine uzanan dönemle birlikte teşekkülü billurlaşan işçi sınıfı analizlerinden daha gerilere yani -mesela- antik Mısır’a kadar götürmemiz gerekiyor.

Özetleyecek olursak dinin canı sıkılan ve bolca boş zaman bulmaya başlayan tarım toplumunun bir icadı olmadığını ve işçi sınıfının da modern zamanlara mahsus bir olgu olmadığını tespit ediyoruz. Öyleyse devam edelim.

Buradan Musa Peygamberin kıssasına geçmek istiyorum.

Musa Peygamber bir prens gibi büyüdüğü Mısır’da karşılaştığı bir olayda istemeden bir cinayet işler. Beni İsrail kavminden olan bir işçi ile Kıpti olan ustabaşı arasında bir tartışmaya müdahale eder. Ustabaşına öfkelenir ve bir tokat atar. Ölmesine neden olur. Sonra Beni İsrail’den olan işçinin bu konuda suçlu olan taraf olduğu ortaya çıkar. Ancak Musa Peygamber tamamen adalet duygusundan yola çıkarak öfkelenmiştir ve istemeden de olsa bir ölüme sebebiyet vermiştir. Bu olaydan sonra Mısır’dan kaçar. Medyen ülkesine varır. Orada Şuayıp Peygamberin damadı olur ve koyunlarını otlatır. Bir zaman sonra ülkesine dönmeye karar verir. Abisi Harun’u da yanına alarak Firavun’un sarayına varır. Musa Peygamber kekeç olmasına ve zor konuşmasına rağmen Firavun’un sarayında gayet akıcı bir şekilde konuşarak zalim Firavun’a hakikatleri haykırmıştır. Kutsal kitaplarda detaylıca anlatılan hikâyeyi burada keseyim.

Bu anlatının bilimsel dayanakları henüz tam anlamıyla var diyemeyiz. Kutsal kitaplarda ittifak edilen bir anlatı olarak insanlık hafızasında yeri var. Bir ortak kabul olarak anlamlı. Bu durumda doğruluğundan bağımsız olarak işaret ettikleri üzerine düşünmek hakkına sahibiz. İnsanlık hafızası müphemlikleri olan sözlü geleneğin içinde de yaşar nitekim.

Bu kıssayı yukarıda sıraladığım bilimsel bulgularla birlikte okuduğumuzda ne görüyoruz?

Musa Peygamber tek tanrılı dinlerin kitap verilen ilk peygamberidir. İnsanlığın tek tanrılı dinleri icat etmesinde kritik bir öneme sahiptir. Tek tanrılı dinin kayda geçmesi Yusuf Peygamber’e kadar götürülebilir. Ancak Firavunlar çağı için kısa bir dönem olarak anılır ve etkisi kurumsal bir kimlik kazanmamıştır. Musa Peygamber dinsel anlatımlar için bir milattır. Ve Musa Peygamber çoğunluğu Mısır toplumunda çalışan işçilerden oluşan Beni İsrail kabilesiyle birlikte Mısır’dan hicret etmek üzere yola çıkar.

O zaman şunu rahatlıkla söyleyebiliriz, Tevrat’tan itibaren bütün kutsal kitaplar, içinde işçi sınıfının hafızasına dair izler ve işaretler barındırır. Hatta biraz daha ileri gidelim, tek tanrılı dinlerin kurumsallaşması bizatihi işçi sınıfının eliyle olmuştur. Yukarıda saydığım bilimsel bulgular ve tarihi veriler bize bu konuda iddialı olma hakkını veriyor. O zaman Tevrat’ı ve İncil’i, bu iki kitabın Arap toplumunda yeniden bir politik yorumlanışı olarak değerlendirilebilecek Kuran’ı değerlendirirken işçi sınıfının tarihinden ilhamla ortaya çıkmış anlatıları konuştuğumuzu söyleyebiliriz. Eğer bu tespit yanlış değilse Marx’ın ve Engels’in ilk dönemlerinde ütopik sosyalistler olarak değerlendirdiği figürleri ve sonraki dönemde Max Stirner ile yaptıkları teorik tartışmada galip gelmeleri üzerine oluşan hâkim anlatıyı baştan konuşmamız gerekmez mi?[3] Nitekim Marx ve Engels o dönem elde olan bilimsel bulgulardan ve somut durumdan yola çıkarak öne sürülen tezlere karşı çıkmakta haklıydılar lakin yeni durum hem ütopik sosyalistleri hem de Max Stirner gibilerini fazlasıyla aşan bazı görüntülerle karşımızda duruyor. Elbette dinî olan anlatıyı ve anlatıları anlamlı muharrikler olarak gören terkipleri tekrar değerlendirmeye tabi kılmak gerekir. Ve neden genel geçer bir izah olanağına sahip olmadıklarını görmek gerekir. Marx ve Engels kanaatimce hâlâ bu bağlamlarda ilham verici bir entelektüel faaliyet içindeydiler.

Bitirirken

Yazıyı bitirirken eskiden beri toplumun yaşadığı ve yaşattığı bütün kurumsal yapıların siyasal alanın ve toplumsal dönüşümün imkânları için anlamlı olduğuna dair kanaatimi tekrar vurgulamak istiyorum. Sosyal bilimlerdeki hâkim anlatı manipülasyona imkân tanıyan müphemliklerin göz ardı edilmesi yönünde oluyor. Lakin toplumsal dönüşümlerin kerterizini yani halkların eşitlik arzusunu asla gözden kaçırmadan, toplumsal olguların anlamını ve etkisini de dikkatte tutmak gerekliliğini önümüzde koyarak konuşmakta ısrarcı olmak gerekiyor. Din bu bağlamda en kırmızı kurumsal yapılardan birisi ve sicili, birçok gürültü nedeniyle pek de olumlu değil. Eğer 2000lerden sonra ortaya çıkan bulgular anlamlı verilerse meseleyi tekrardan konuşmak zorundayız. Zira somut durumun somut tahlili sürekli olarak yapılması gereken bir ihtiyaç.

* Bu yazı Halka Dergi için yazılmıştır.


[1] Konuyla ilgili şu makaleye göz atılabilir: Erman Ertuğrul, “Mısır’daki Devasa Piramitleri İnşa Eden İşçiler Kimdi?“ https://arkeofili.com/misirdaki-devasa-piramitleri-insa-eden-isciler-kimdi/

[2] Bu bağlamda aşağıdaki değiniler oldukça anlamlı:

“İşçi sermayeyi üretir, sermaye işçiyi; öyleyse o kendi kendini üretir, ve insan, işçi olarak, meta olarak, tüm hareketin ürünüdür. Artık bir işçiden başka bir şey olmayan insan için -ve işçi olarak-, kendi insan nitelikleri, kendisine yabancı olan sermaye için varoldukları ölçüde vardırlar. Ama sermaye ile insan birbirlerine yabancı oldukları, öyleyse kayıtsız, dışsal ve olumsal bir ilişki içinde bulundukları için, bu yabancı nitelik de gerçek olarak görünecektir. Demek ki, sermaye artık işçi için olmadığını düşünür düşünmez -zorunlu ya da keyfi düşünce-, işçi artık kendisi için yok demektir, işi, öyleyse ücreti yoktur, ve o insan olarak değil, ama işçi olarak varolduğundan, kendini toprağa gömdürebilir, açlıktan ölebilir, vb.. İşçi ancak sermaye olarak kendisi için varolur olmaz, işçi olarak vardır ve bir sermaye onun için varolur olmaz sermaye olarak vardır. Sermayenin varoluşu onun varoluşudur, yaşamıdır, ve sermaye onun yaşamının içeriğini ona kayıtsız olan bir biçimde belirler. Demek ki, ekonomi politik, işsiz işçiyi, emek adamını, o bu emek iliş- kileri küresi dışında bulunduğu ölçüde tanımaz. Namussuz, dolandırıcı, dilenci, açlıktan ölen, sefalet çeken, suç işleyen işsiz emekçi, onun için değil, ama sadece başka gözler için, hekimin, yargıcın, mezar kazıcı ve dilenciler kahyasının vb. gözleri için varolan figürlerdir; onun yurtluğu dışındaki hayaletlerdir bunlar. İşçinin gereksinmeleri, demek ki, onun için [ekonomi politik için-ç.] işçiyi çalışma süresince yaşatma, ve sadece işçiler soyunun sönmesini engelleyecek biçimde yaşatma gereksinmesinden başka bir şey değildirler. Öyleyse ücret, başka herhangi bir üretken aletin bakımı, çalışma durumunda tutulması ile, sermayenin kendini faizlerle birlikte yeni- den üretmek için gereksinme duyduğu sermaye tüketimi ile, dönmelerini sağlamak için çarkların yağlanması ile tastamam aynı anlamı [sayfa 171] taşır. Öyleyse ücret, sermaye ve kapitalistin zorunlu harcamaları arasına girer ve bu zorunluluğun sınırlarını aşmamalıdır. Öyleyse, 1834 Amendment Bill’inden önce, işçinin yoksullar vergisi aracılığıyla aldığı kamusal yardımları onun ücretinden kesen ve bu yardımları ücretin tamamlayıcı bir parçası sayan İngiliz fabrika patronlarının davranışı, çok tutarlı bir davranıştı.” (sf. 77)

“Varolan ve görünen değer kavramı olan para, her şeyi karıştırıp değişime soktuğuna göre, her şeyin evrensel karışıklık ve yer ve görev değişimi, öyleyse tersine çevrilmiş dünya, tüm doğal ve insanal niteliklerin karışıklık ve yer ve görev değiştirmesidir.” (Sf. 130)

Karl Marx, 1844 Elyazmaları Ekonomi Politik ve Felsefe, Eriş Yayınları, İstanbul, 2003.

[3] Roland Boer’in şu yazısı bu tartışmayı anlamlı bir yerden görüyor ve ortaya koyuyor. Dikkate değer bir yazı olarak okunmalı: Roland Boer, “Marksizm ve Selametin Tarihi”, https://istiraki.blogspot.com/2023/12/marksizm-ve-selametin-tarihi.html

Yorum bırakın